YENİ HAYAT
Bilgisayarı, internette gezinmek ve bir şeyler yazmak için yıllardır kullansam da, Korona kâbusu sayesinde mobil bankacılığı ve mobil hayatı yenice keşfettim.
İnternet bankacılığına kaç kez niyetlendiysem her defasında gereksiz bulup vazgeçtim. Var olan alışkanlıklara yenilerinin eklenmesi biraz zahmetli bir iş gibi geldi. İnsanlarla her daim içli dışlı olup bir arada bulunmak yerine, ( zaman zaman kabuğuma çekilip toplumsal ve bireysel iç hesaplaşmalara yönelsem de ) daha sade, birebir, yüz yüze, hiç değilse telefon açarak iletişim hep tercihim oldu.
Korona ile yatıp kalktığımız günlerde, davetsiz bir misafir gibi kapımızı çalan yeni hayat aslında çoktan, daha 21. Yüzyıla girmeden gelip içimize yerleşmişti. Bunun çoğumuz şu birkaç ayda farkına vardık. Belki de bazılarımız “ kaderin bir cilvesi “ diyerek her şeyi olağan görüp, içinde yol almakta olduğumuz yeni hayatın bizleri nerelere doğru sürüklemekte olduğunu tam olarak kavrayamadı.
Yaşadığımız şaşkınlık, ürkeklik, hayal kırıklığı, mutsuzluk bundan olsa gerek.
Bunalımlı küresel sistemin elinde gelişen’ teknoloji ve sanal hayat ‘ birçok kolaylıklar sağlasa da, sosyal hayatın içindeki canlılığı, sıcaklığı, üretkenliği yerle bir edip her birimizi başka gezegenlerden gelmişçesine ruhsuz, duygusuz robotlara dönüştürüyor.
Dijital dünya, yaşamımızı olağanüstü hızlandırıyor. Gitmek, görmek, haberleşmek, çalışmak, alışveriş yapmak, para kazanıp servet biriktirmek, öğrenmek ve paylaşmak artık klavyenin tuşları ile saniyeler içinde gerçekleşiyor.
Alışverişlerimizi, ödemelerimizi, haberleşmelerimizi, sevgilerimizi, duygularımızı sanal dünyaya bırakıp kabuklarımıza çekildikçe, hayata ve insanlara dokunmanın hazzından uzak, yalnız yaşıyoruz. Şu anki nesil henüz bu ikili karmaşık çıkmazları birlikte yaşasa da yeni nesiller sanal dünyaya daha fazla dalıp, gerçek hayattan ve birbirlerinden daha hızlı kopacak.
Ülkelere ve toplumlara dair ideolojik mücadeleler, okuyup, araştırıp tartışmalar, gün başlangıcında merakla beklenen kâğıt baskılı gazeteler, dergiler, sıkça yapılan aile ve arkadaş toplantıları, sinemalar, tiyatrolar, sanatsal arayışlar, yoksulluk ve yoksunluk içinde yapılan ekmek ve gelecek kavgaları, zor şartlarda elde edilen küçük şeylerin verdiği büyük mutluluklar, tatiller, düğünler, bayramlar, masum, utangaç aşklar, bugün için çoğu alaturka gelse de güzeldi.
Yeni, moda olana balıklama atlayıp, eskilerden sıkılıp bir bir geride kalanları hayatımızdan dışlasak da, kaybedilenlerin eksikliğini ve burukluğunu şimdi içimizde hissediyoruz.
Küresel sistemin yarattığı, üretmeden, kolayca daha fazla servet biriktirme aç gözlülüğü, ülkeler, sosyal guruplar ve bireyler arası eşitsizliği her geçen gün daha fazla artırdıkça, toplumsal kavgalar, çatışmalar bitmediği gibi doğa da gittikçe tükeniyor. Geriye kolay elde edilip çabuk tüketilenin mirası olarak doyumsuzluk, mutsuzluk, hoşgörüsüzlük, sevgisizlik, nesli tükenen diğer canlılar ve çölleşen bir dünya kalıyor.
Elbette ki teknolojiye ve dijital bir yaşama körü körüne karşı çıkmak da doğru değil. Ancak sorgulamadan da geçemeyiz: Bilim, teknoloji, dijital alandaki gelişmeler insanların daha iyi; daha mutlu, daha güvenlikli, daha sağlıklı yaşaması için mi, yoksa geniş kitlelerin sefaleti, doğanın katledilmesi pahasına küçük bir azınlığın daha fazla para kazanıp daha çok servet biriktirmesinin, dünyaya daha çok hükmetmesinin bir aracı olarak mı kullanılıyor?
Kim bilir; belki de bu çılgın gidişin, hızlı değişimin yıkıcılığı, Korona kâbusu ile de olsa insanoğluna yaşadığı dünya, birbirleriyle olan ilişkileri ve kendisi ile yüzleşme fırsatı da verir.
Umutlar tükenmez.
15 Mayıs 2020