2020’ye girmek üzereyiz…
Toplum olarak, toplumun bireyleri olarak bizleri nasıl bir yıl bekliyor?
Birey ve aile olarak yakın, uzak ufkumuzda neler görünüyor?
Bizi kuşatan çevre; mahalle, şehir, ülke ve de gezegenimiz nereye doğru yol alıyor?
Birey olarak rahat ve huzurumuz yerinde olabilir.
Şimdilik belki durumu idare ediyor, yaşadığımız ortamda, ülkede ve dünyada olup bitenlerden diğerleri kadar etkilenmiyor olabiliriz.
İleriye doğru baktığımızda, küçük mutluluklarımız için bizi bekleyen olanaklar henüz tükenmemiş olabilir.
Unutmayalım!
Toplumsal huzur, refah ve barış olmadıkça, küçük, bireysel mutluluklarımızın hiçbir güvencesi yok.
Bana ne diyemeyiz.
Yaşamın her birimize yüklediği toplumsal sorumluluklardan kaçamayız.
Toplumsal açıdan ileriye doğru baktığımızda, “ yalanlar ve algı oyunları “ ile etrafımız örülmüş olmasına rağmen, sisli ufuklarda beliren ve gittikçe netleşen bir gerçek, bir “ büyük resim “ var:
Siyaset; ( iktidarıyla, muhalefetiyle ) toplumsal gelişmenin önünü tıkıyor.
Birikmiş sorunların kangren olmadan çözüme kavuşturulması için, yeni bir iktidar ve yeni bir muhalefet anlayışına ve pratiğine ihtiyaç var.
Ekonomik açıdan, hemen her sektörde üretim durma noktasında.
Henüz yitirilmemiş olanlarla, elde kalanları satıp savarak ayakta kalmaya çalışıyoruz. Ancak, zirveye çıkan tüketim alışkanlıkları ve artan nüfusun ihtiyaçlarına cevap veremiyoruz.
Uzun yılları borçlanarak kalkınma aldatmacasıyla harcayıp tükettik. Gerçek anlamda ülke kalkınmadı, refah artmadı. Küresel baronların çok uluslu şirketleri ile yerli bir avuç azınlık kalkındı, servetlerine servet kattı. Dış borçlar artık çevrilemeyecek, üzerine daha fazla eklenemeyecek boyutlara ulaştı.
Ranta ve bol kazanca alışan azınlık, gelir musluklarının azalması karşısında, kalan ülke varlıklarının yabancılara daha da satılmasına aldırmadan, yeni ‘ yap, işlet, devret ‘ modelleri keşfederek yabancı şirketlerin taşeronluğu ile ayakta kalmaya, servetlerini çoğaltmaya devam etmek istiyor. Hem de tükenmeyen bir iştahla.
Şuursuzca tüketime alıştırılan, borç batağındaki orta ve alt gelir gurubundakiler ise isyan ediyor.
Elde kalanlar ve yapılacak tasarruflarla tarım, hayvancılık ve rekabet potansiyeli taşıyan imalât sektörlerini “ ulusal bir kalkınma modeliyle “ kararlılıkla ayağa kaldırmak yerine, küresel sermayenin oyunundan başka bir şey olmayan alt yapı ve inşaat yatırımları tuzağına düşmeye devam ediyoruz.
İstanbul’a yapılması düşünülen su kanalı projesi bunun son örneği.
Yabancıların çok uygun koşullar ve devlet garantileriyle gireceği, olumsuz örneklerini daha önce defalarca gördüğümüz böylesine zamansız ve anlamsız bir projeden, siyasetle içli dışlı olan, rantiyeci taşeron firmalar umut bekliyor.
Ülkenin kalkınması ve refahı için harcanacak milyarlarca doları, alt yapı yatırımlarına yönlendirerek, lüks ve şatafata koşarak, Suriye bataklığı tuzağına düşerek harcadık. Şimdi de İstanbul’a su kanalı gibi, ekonomik, sosyal, ekolojik, diplomatik riskler taşıyan başka bir projeyi tartışıyoruz.
Yeni yılın hemen başında ise Libya’ya asker gönderme konusu gündemde.
Ülke nereye doğru gidiyor?
Tuzu kuru, üstün körü eğitim ve öğrenim görmüş, aklını ve kalemini yalana, dolana kiralamış “ sahte aydınlar “, her gün medyada, sosyal medyada ahkâm kesiyor, halkı hakir görüp aşağılıyor. Cehaletle, vurdumduymazlıkla, körlükle suçluyor.
Yerel seçimlerde, gecikmeli de olsa, oraya buraya savrulsa da halk üzerine düşen görevi yerine getirdi ve kötü gidişe dur deme yolunu seçti.
Bu geleceğe dönük bir umuttur.
Ne var ki, merkez siyaset toparlanıp rotayı bir türlü doğrultamıyor.
Hepimizin içinde seyir halinde olduğu gemi hızla kayalıklara doğru yol alıyor.
2020’ye girerken; siyasi istikrar, artan üretim, kalkınma, adalet ve gelir dağılımı, refah, mutluluk ve barışa dair güzellikleri sıralamak, iyi şeyler söylemek vardı.
Olmadı.
Dil dönmedi, kalem yazmadı.
Güzel şeyler hiç mi yok?
Elbette var.
Neler mi?
Henüz tükenip kaybolmamış umutlar ve hayaller.
Umut, barış ve sevgi dolu bir yıl dileğiyle…
27 Aralık 2019