Hiçbir otorite, örgüt, ideoloji, kural, yönlendirme, hiyerarşi tanımayan sınırsız bir özgürlük olabilir mi?
Ya da, ilahi bir lütuf, egemenlerin bir armağanı olarak özgürlük tepelerden bir yerden bize uzatılabilir mi?
Soruların yanıtı, özgürlükten ne anladığımız konusuyla yakından ilgilidir. Daha doğrusu, özgürlük kavramının evrensel anlamda yapılmış tanımının içinde gizlidir.
Tarihin değişik dönemlerinde yaşamış filozoflar, içinde bulundukları zaman ve koşulları geçmişe ve geleceğe dönük inceleyip yorumlayarak özgürlük kavramının değişik boyutlarını, farklı renklerini keşfetmişlerdir.
Türk Dil Kurumu’na göre özgürlük; “ Herhangi bir koşulla sınırlanmama ya da zorlamaya ve kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma “ olarak tanımlanıyor. Elbette ki bu tanım doğru olsa da son derece genel, soyut, kapalı bir tanım olup, bireysel, toplumsal, sınıfsal bir bakış açısı getirmiyor.
Birey hak ve özgürlükleri açısından hiç şüphesiz 1789 Fransız İhtilali bir dönüm noktasıdır. Bireyin doğuştan gelen vazgeçemeyeceği, devredemeyeceği, kısıtlanamayacağı hak ve özgürlükleri olduğu düşüncesi bu tarihi dönemeçten sonra tüm dünya ülkelerine adım adım yayılmıştır. Bilinç düzeyindeki bu önemli gelişme yeni bir tarihsel çağı başlatmıştır.
Özgürlük; yüzeysel ve özet olarak tanımlanan sözlüklerdeki biçimi ile anlaşılabilecek bir kavram olmanın çok ötesinde ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, felsefi boyutları ile derinliği çok fazla bir içerik kazanmıştır. Bu da bizi bireysel özgürlüklerle iç içe geçmiş, birbirinden ayrılamayan “ birey ve toplum özgürlüğü “ konusunu derinlemesine sorgulamaya götürüyor.
Düşünce özgürlüğünün hiçbir gerekçeyle sınırlandırılamayacağı, yasalarca engellenemeyeceği konusunda teorik olarak da olsa bir anlayış birliği oluşmuştur. Uygulamada ise suçu övme, suça teşvik, kargaşa ve kaos yaratma, halkı tahrik gibi soyut gerekçeler içine doldurulan birçok konu düşünce özgürlüğünün ( ülkeden ülkeye farklılıklar gösterse de ) henüz tam olarak hiçbir ülkede sağlanamadığını gösteriyor.
Ekonomik, siyasi, sosyal alanlardaki eşitsizliklerin oluşturduğu kısıtlamalar ise bu konunun daha uzun yıllar çözülemeyeceğini, sürekli ilerilere doğru erteleneceğini gösteriyor.
Dünyada yurttaşları ekonomik, siyasi, sosyal haklarına tam olarak kavuşmuş bir tek ülkenin bile olmayışı, özgürlüklerin önündeki fiziki engellerin kaldırılıp yeryüzünde hak ve adaletin henüz tam olarak sağlanamadığını da gösteriyor.
Mevcut hiçbir dünya görüşünü, hiçbir partiyi, derneği, sendikayı, sivil toplum örgütünü beğenemeyen, hiçbir vatandaşlık aidiyetini kabul etmeyen, kendisini onların dışında tutan, adeta bir ütopya arzulayan özgürlük havarileri de var. Her ne kadar adını koymak istemeseler de; toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini her koşulda reddederek hiçbir model önermeyen bu düşüncenin politik ve felsefi tanımı anarşizmdir.
Bireysel özgürlük maskesi ardında gizlenen bu anlayış ise, özgürlükler için her alanda mücadele etmeden, toplumsal sorumluluklardan kaçmanın bir başka yoludur.
Bireysel özgürlüklerin var olma koşulu ve güvencesi örgütlü toplumsal özgürlüktür. Daha derinlemesine bir analize gidersek; küresel bir imparatorluğa dönmüş günümüz dünyasında bireylerin, sınırlarla ayrılmış toplumların özgürlüğünden öte küresel örgütlü özgürlük anlayışına erişmektir asıl olan.
Toplumsal özgürlük düşüncesinin henüz yeterince anlaşılamadığı yer ve zamanlarda bireysel özgürlüklerin ön plana çıkarıldığı, özgürlük düşüncesinin çarpıtıldığı, çoğu zaman gereksiz yere güvenliğe feda edildiği, ona duruma, zamana ve kişiden kişiye değişen farklı anlamlar yüklenerek içeriğinin boşaltıldığı görülüyor.
Küçük bir köy ya da mezrada çobanlık yapan birisi için özgürlük düşüncesi çok yüzeyseldir, çok muğlâktır. Toplumsal idari kuralların neredeyse hiç uğramadığı, diğer insanlarla ilişkilerin son derece sınırlı olduğu bu yörelerde özgürlüğün bir işlevi de bir anlamı da yok gibidir.
Nüfusun yüz binleri, milyonları aştığı metropol kentlerde ise tam tersi bir durum söz konusudur. Devletin idari, adli ve güvenlik kurumlarının ve sosyal denetimin oldukça sıkı olduğu bu yörelerde özgürlük daha somut, daha anlamlıdır. Vergilerinizi ödemek, trafik kurallarına uymak, marketlerde, alış veriş merkezlerinde sıraya girmek, arabanızın bakım ve fenni muayenesini zamanında yaptırmak, çevreyi korumak zorundasınız.
Başka bir açıdan bakıldığında, ekonomik durumunuz iyi ise ihtiyaç, istek ve arzularınızı daha kolay elde etme özgürlüğüne sahipsiniz, değilse ekonomik özgürlüğünüz yoktur.
Kültür düzeyi ve yaşam standartları düşük, kendi kabuğunda yaşayan bireylerin özgürlükleri bir çırpıda elden gidip kaybolabilir. Eğitimli, kültürlü ve örgütlü bireylerden oluşan bir toplumda ise özgürlükler kolayca teslim edilmez.
Yine, açıktan ya da gizliden işgal edilmiş ülkelerin, yerlerinden, yurtlarından sürülmüş insanların özgürlük arayışları ve mücadeleleri ise konunun diğer bir boyutudur.
Kısacası, mutluluk gibi özgürlüğün de renkli resmini çizmek kolay değil. Gerçek olan, özgürlüğün de mutluluk gibi kolayca bulunabilir hazır bir şey değil emekle, çabayla elde edilecek bir tutku olduğudur.
Özgürlük kavramı, tarih boyunca yaşanan olay ve olgulara bağlı olarak değişip, gelişerek bugünkü çağdaş anlamına kavuşmuştur. Hızla değişen dünyada, adalet ve eşitlik tam olarak sağlandığında, özgürlük kavramı da yeni anlamlar kazanarak yeni renklerine kavuşacaktır.