BİTKİ TOPRAKTA YEŞERİR
İNSAN TOPLUMDA
Dünyadaki ( ve de evrendeki ) bilinen, bilinmeyen tüm canlılar, bulundukları hayat ortamına göre boy verir, serpilip gelişir.
Kötü yaşam koşulları içine düşenler, türleri içinde geri kalıp körelirken, iyi yaşam koşullarındakiler sürekli gelişimin ve değişimin izlerini sürer.
Bitki ( sudaki çok az türün dışında ) toprakta yeşerir. Verimsiz, çorak toprakların üzerinde bitenler zayıf, cılız kalır. Ürünleri, meyveleri de cılızdır, ya da hiç yoktur. Verimli toprakların sulak yerlerinde yetişenlerse dal budak salıp gökyüzüne doğru yol alır. Ürünleri bol ve bereketlidir. Yılda birkaç kez ürün verenleri de vardır.
Toplumlar ve bireyler de buna benzer. Onların toprağı ise, yaşamakta oldukları gelişmiş ya da geri kalmış toplumsal yapılardır. Ekonomik, siyasal, sosyokültürel oluşumlar, aileler, anneler, babalar, bir önceki nesillerdir.
İklimi ve doğası yaşamaya daha elverişli gelişmiş ülkelerin ve bölgelerin insanları her yönüyle gelişme şansını daha kolay yakalar.
Kurak çöllerin, verimsiz çıplak dağların ve soğuk buzul bölgelerinin yaşam koşulları, bu yörelerin insanlarına aynı şans ve cömertlikleri sunmaz. Yaşayanlarını adeta eski çağların karanlıklarına hapseder.
Yeryüzündeki değişik iklimler, değişik topraklarda yaşayanların durumu kimine göre tarihsel bir rastlantı, şans ya da şanssızlık, kimilerine göre ise bir kader, bir alın yazısıdır.
Farklı koşullar içinde, aynı hızla olmasa da kaçınılmaz olan tek gerçek ise değişimdir.
Aslında anlatmak istediğimiz konu sadece canlıların yaşam koşulları olmasa da onunla doğrudan bağlantılı, onun bir türevi olan değişim, nesiller arasındaki farklılık, kuşak çatışmalarıdır.
Bu konular, neredeyse ulu orta yapılan tüm sohbet ya da tartışmalarda davetsiz bir misafir gibi gündeme bir şekilde gelip oturur.
Yaşam koşullarını dikkate almadan bizden sonrakileri pervasızca suçlar, oracıkta hemen yargılar, mahkûm ederiz. Zaman gelip geçse de ne yazık ki bu konuda düşünce dünyamızda önemlice bir değişim görülmüyor. Sonraki, gerimizdeki, “ bizim ekip biçmekte olduğumuz topraklarda “ yetiştirdiğimiz kuşaklara, gençlere dönük eleştiriler insafsızca devam ediyor.
– Yeni nesil az çalışıp çok kazanmak istiyor.
– Gençlerimiz yolunu kaybetmiş durumda.
– Genç nesil son derece yozlaşmış.
– Bu kadar ruhsuz bir nesil olamaz.
– Şimdiki gençler asalak yaşamayı seviyor.
– Yeni nesil gelenek, usul, adap tanımıyor.
– Genç nesil a sosyal.
– Gençler, iletişim çağında iletişimsiz yaşıyor.
– Sanal dünyada dolaşmaktan başka bildikleri yok.
………..
Serzenişler, hoşnutsuzluklar, şikâyetler uzayıp gidiyor.
Söylenenler yanlış mı? diye hemen itiraz edenler olabilir.
Söylenenlerin çoğunda gerçeklik payı var. Söylenenlerin çoğunu hemen herkes görüyor. Ancak, anlatılmak istenen konu bu değil.
Nedir konu?
Gerçekler, herkesin gördükleri madalyonun sadece bir yüzü.
Asıl konu, toplumsal gerçekliği tüm yönleriyle, öncesi ve sonrası, neden ve sonuç ilişkileri içinde daha doğru kavrayıp noksansız bir yargıya varma sorumluluğudur. Mesele madalyonun her iki yüzünü de aynı anda görebilmedir.
“ Yeni nesil kötü durumda, ama bu kötü miras bizlerden kalma “ diyebiliyor muyuz?
Her birimiz aynalarımıza bakıp kendimizi, ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi, hayattaki başarılarımızı, başarısızlıklarımızı, doğru, eğri yönlerimizi, sorumlu, sorumsuz davranışlarımızı, zayıf, güçlü, akılcı, duygusal yanlarımızı, geçip giden kendi gençliğimizi tam olarak görebiliyor muyuz?
Gerçekçi olarak, taraf tutmadan, kayırmadan, egolarımızın esiri olmadan.
Bunu başarabiliyorsak, yeni nesillere, gençlere bakarken, önceki gördüklerimizin çoğu değişecektir.
Gençlere, yeni nesillere yönelen eleştiriler, suçlamalar, benzer şekilde toplumun diğer kesimlerine de yöneliyor. Toplum ve kendi dışımızda olan herkes hakir, cahil, sorumsuz, kişiliksiz bir güruh olarak görülüyor. Empati yapmak, anlamaya çalışmak yerine bize benzemeyen, bizim gibi düşünmeyenler bir çırpıda dışlanıp ayrıştırılıyor.
Unutmayalım; sakin, güneşli güzel günlerde de, amansız fırtınalı günlerde de sığınacağımız en kuytu liman toplumdur.
Bitki toprakta yeşerir, insan ise toplumda.
Öznel, bireyci, ön yargılı bakış dünyayı sis bulutları içinde, üstünkörü kavrama eğilimindedir.
Nesnel, toplumcu bakış ise, tüm çıplaklığı, tüm uzantıları, tüm dinamikleri ile birlikte anlamaya çalışır. Elbette ki yakından bakarak, okuyarak, düşünerek.
Muhakeme etmek, empati yapmak, okumak bakış açımızı değiştirir mi?
Neden olmasın.
Orhan Pamuk; “ Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti “ diye başlıyor, Yeni Hayat romanının ilk cümlesine.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “ Yaban “ romanını ilk okuduğumda topluma, hayata ve insanlara dair düşüncelerimin çoğu eksikliklerini, eğriliklerini, zayıflıklarını, sivriliklerini yeniden masaya yatırıp olabildiğince törpüleme yoluna yönelmiştim.
Herkes dünyaya aynı pencereden bakmak istemeyebilir. Bu, neleri görmek, nasıl yaşamak istediğinize bağlı. Karartılmış bir dünyada sanal bir hayat mı, sis perdelerinin olmadığı aydınlık, gerçek bir hayat mı?
Sözün kısası; hayata nasıl bakmak, nasıl yaşamak istediğinizin tercihi sizin elinizde.
6 Ağustos 2020